12 Mart 2011 Cumartesi

Kafes Sistemi

16. yüzyılın sonlarına kadar şehzadeler yedi yaşlarına geldiklerinde sarayın harem bölümünden selamlık kısmına alınır ve burada dört yıldan yedi yıla kadar kalırlardı. Daha sonra, gördüğümüz kadarıyla genç şehzadeler, çıraklık hizmetini yapmak, idarecilikte yetişmek için sancak valileri olarak gönderilirlerdi. Babanın ölümü üzerine şehzadelerden birisi, kardeş ve yeğenlerini mümkün olan en kısa zamanda idam ettirmek suretiyle padişah olarak tahta geçerdi. Şehzade valiliklerinin ilgası ve 16. yüzyılın sonlarında Kardeş Katlı Uygulamalarının hemen hemen tamamen geçici olarak askıya alınmasıyla selamlığın iç teşekkülünde önemli değişiklikler zaruri hale geldi.
            Evvela şehzadeler her ne kadar babalarının sağlığında sarayın selamlık kısmında kalıyor idiyseler de, herhalde haremde bulunan anneleri ile sınırlı ilişkilerini de muhafaza ediyorlardı.padişahın ölümüyle beraber bütün oğulları Topkapı Sarayının Dördüncü Avlusu içindeki köşklere veya tek bir köşkten ibaret olan Kafes bölümüne naklediliyorlardı. Herhalde yedi yaşın altında bulunan çok genç şehzadeler anneleriyle beraber sabık padişah hanımlarının bulunduğu Eski Saraya gidiyor ve orada yedi yaşına gelinceye kadar kaldıktın sonra Kafese gönderiliyorlardı. Talihsiz şehzadeler ise ölene kadar orada kalıyorlardı. Eğer bu sırada tahta varis olurlarsa kafesten çıkarılarak tamamen saray hayatına dönüyorlardı.
            Kafes hayatının sıkıntısından kurtulup daha sonra tahttan indirilerek ömürlerini geri kalan günlerini yeniden bu korkunç çevrede geçirmek üzere Kafese dönen bu çok çileli padişahların sayısı yarım düzineyi bulmuştur.
            Dallam’ın Kafesi şehzadeleri gizlice yok etmek için hususi maksatlarla inşa edilmiş bir yer olarak ifade etmesindeki yanılgısına rağmen Kafes hayatı oldukça sefildi. Bununla beraber bazen askerler isyan halet-i ruhiyesi içinde olduklarında padişaha, öldürülmediklerinden emin olmak için şehzadeleri Kafesten çıkararak kendilerine göstermesi hususunda ısrar edebiliyorlardı. Kafesteki şehzadelere, şehzadeden daha çok mahpus gibi davranılıyordu. Serbest hareket etme özgürlükleri yoktu ve ancak Devlet-i Aliyye’nin idaresi kendilerine geçebilir düşüncesiyle genç olanlara oldukça yetersiz bir eğitim sağlanıyordu. Şehzadeler büyüdüklerinden bazen yanlarında kadın bulundurmalarına izin veriliyordu. Ancak Kafeste bir çocuğun doğması ihtimaline karşı da en ileri seviyede koruma tedbirleri alınıyordu. II. Selim ile II. Mahmut’un saltanatları arasında, şehzadelerin tamamı, erken ölümleri veya Kafes kuralları sebebiyle çocuksuz öldüler.
            Eski sistem (şehzade valilikleri) ile yeni sistem (Kafes) arasındaki fark kısaca şöyle ifade edilebilir ;  1600 yılından önce bir şehzade kendi valilik bölgesinde olgunlaşabilir, aile sahibi olabilir, kendisi ve çocukları için tahta geçme ümidi veya ölüm korkusu duyabilirdi. Ancak 1600 yılından sonra hiçbir şehzade tahta çıkmadıkça aile sahibi olamazdı. Dahası az da olsa sürekli şiddetli bir ölümle karşılaşma korkusu içinde yaşardı. Şurası açıktır ki, eğer kardeş katli ile şehzadelerin çocuk edinmeleri bir arada olsaydı, hanedan kendi kendisini çok kısa bir zamanda yok edebilirdi.
            Kardeş katli meselesinde olduğu gibi Kafesle ilgili olarak da tarihçiler ve seyyahlar, mümkün olduğu kadar abartma eğiliminde oldukları bu müessesenin romantik melankolisinden etkilendiler. I. Mustafa’dan II. Mahmut’a kadar olan on altı padişah hariç ( ki babasından hemen sonra tahta geçen fakat tahttan indirilerek Kafese konan IV. Mehmet de buna dahildir) Kafese hapsedilen şehzade sayısı sadece on yedi olarak görünmektedir. Bunun sebebi de, sistemin doğum oranı üzerindeki azaltıcı etkilerinde bulunabilir. Kafeste kalan şehzadelerin erkekliklerinin zayıflaması sebebiyle daha sonra padişah olanlar ya tamamen kısır oluyor ya da çocukları çok takatsiz olup büyük çoğunluğu da henüz bebekken ölüyordu.
            Kafes öyle kötü bir helezondu ki padişah adeta mahpusluk yılları ile zayıflıyor, çok zayıf çocuklar meydana getiriyordu. Öyle ki, bu çocukları da sırayla hapsediliyor ve hatta çürüyorlardı. Kafesteki şehzadelerin büyük çoğunluğu imparatorluğun idaresinde görev almaya hiç müsait olmayan ruhsal bir dengesizlik aralarından makul bir biçimde başarılı bir sultan çıkabiliyordu. Hususi etkilerini ayırt etmek oldukça güç olmasına rağmen sonuç iki farlı faktörün ürünüydü. Bunlar, şehzadelerin kafese girdikleri sıradaki yaşları ve hapis kalma süreleridir.
            Bununla beraber şurası açıktır ki, mazın kafes kurallarının yumuşamasına da izin veriliyordu. Bu esneklik, özellikle anneleri henüz hayatta olan, padişahın öz kardeşinin lehine oluyordu. Bu uygulamaya delil IV. Mehmet’te bulunabilir. IV. Mehmet tahttan indirildikten beş yıl sonra Edirne’de ölünce, II. Ahmet II. Mustafa ve II. Ahmet Edirne’de padişah olarak rağbet gördüler. II. Süleyman sefer hazırlığındayken bu üç şehzade 1691 yılında Edirne’ye gönderilmişlerdi. Fakat bunların İstanbul Topkapı Sarayında kafeste bulunmayışlarının sebebini sadece tahmin edebiliriz. Buna ilaveten bu şehzadelerin de kedilerine ayrıcalık tanınan padişah halefleri olup olmadığını gösteren bir delil yoktu.
            Bununlar beraber kafes sistemindeki bu gevşeme, 18. yüzyılın sonuna kadar çözülmemiştir.
            III. Selim’in babası öldüğünde amcası, I. Abdülhamit ona tam bir serbestiyet tanıdı. Öyle ki bu sebeple III. Selim tahta çıktığında Osmanlı imparatorluğunu yeniden organize etme konusundaki cesaretli girişimlerinde bunun etkileri gayet açık bir şekilde görülmüştür. Muhtemelen II. Mahmut da kendisinin aydın ve ilerici bir padişah olmasına katkıda bulunan bir hürriyet anlayışını almıştı. 19. yüzyıl süresince, kendine has bir form içinde tedrici olarak Kafesin varlığına son verilmiştir. I. Abdülmecit on altı yaşında iken babasının yerine doğrudan tahta geçmiş ve hayatta kalan tek kardeşi Adülaziz’e annesiyle beraber yaşaması kaydıyla da olsa büyük ölçüde hürriyet tanımıştır. Aslında Abdülaziz’in büyük oğlu, Yusuf İzzettin, babası padişah olmadan dört yıl evvel 1857’de doğmuş, bu sebeple de Abdülaziz, I. Süleyman döneminden o güne kadar hanedanın tahta geçmeden yaşamasına izin verilen ve çocuğu tasdik edilen ilk erke üyesi imtiyazını kazanmıştı. Abdülaziz tahta geçince daha ilerici bir sistem kurdu. Dikkatli bir denetim altında yeğenlerine payitaht hayatına katılmaları ve sarayın dışında kendi evlerini geçinmelerini sağlamaları için hemen hemen tam bir hürriyet verdi. Ancak annesinin tesiriyle yeğenlerinin birden fazla çocuk edinmelerine de müsaade etmedi. Hatta Abdülaziz yeğenlerinden V. Murat ve II. Abdülhamit’i 1867’de Paris ve Londra ziyaretine beraberinde götürmüştür. Bununla beraber saltanatının sonuna doğru yeğenlerinin hürriyetlerinden faydalanarak kendilerini politikaya vermeye başladıkları konusunda raporlar gelmesi üzerine hürriyetlerini önemli ölçüde kısıtlayan kararlar aldı.
            II. Abdülhamit hanedan şehzadelerinin evlenme ve çocuk sahibi olmada kendi aile düzenlerini kurma hürriyetlerinden daha da ileri bir adım attı. Fakat bu özel meselelerdeki açık hürriyetin dışında siyasi faaliyet kokusu taşıyan her konuda tam bir yasaklama devam etti. Aynı tutum son iki padişah tarafından etkinliği giderek azalsa da sürdürüldü.[1]




[1] Anthony Dolphin Alderson, Bütün Yönleriyle Osmanlı Hanedanı, Yeni Şafak yay,  İst. 1998. S. 67-72

Hiç yorum yok: