7 Mart 2011 Pazartesi

Hz. Muhammet (SAS)

Rasülullah (s.a.v.), milâdî 571 yılı Nisan ayının 20'sinde doğdu. Arapça kaynakların bildirdiği gibi, bu yıl "Fil yılı" olarak isimlendirilmiştir. Annesi ve babası, mali yönden fakir, ancak makam ve soy bakımından üstün idiler. Babası Abdullah, Kilâboğlu Kusayoğlu Abdümenafoğlu Haşimoğlu Abdülmuttalib'in oğludur. Cahiliyye devrinde hacılara su dağıtma görevi Haşimoğullarında idi. Rasülullah'ın babası, onun doğumundan önce vefat etmiş, dolayısıyla bakımını dedesi Abdülmuttalib üstlenmişti. Dedesi de ölünce ona amcası Ebu Talip bakmıştır. Kureyş ileri gelenlerinin çocuklarının büyütülmesinde takip ettikleri adet üzere Rasülullah, Halime isminde bedevî bir kadına emzirilmek üzere teslim edildi. Böylece çocukluğu çöl havasında geçmiş, bedevilerin fasih arapçasını öğrenmişti. Annesi Âmine, altı yaşına ulaştığı yıl vefat etmiş, ondan kendisine çok az bir miras kalmıştı.

Rasülullah (a.s.), çocukluğunda sütannesinin yanında iken, sütkardeşleriyle birlikte, koyun gütmek için devamlı çöle çıkıyordu. Bu iş onun nefsinde büyük tesir vücuda getirmiş, kalbinde yumuşaklık, merhamet, sükûnet ve diğer güzel huyların doğmasına sebep olmuştur. Efendimiz daha sonra ticaretle meşgul oldu, bu münasebetle Yemen ve Suriye bölgelerine gitti.,

Ticaret kolayca anlaşılacağı gibi tacirde, ordu komutanının muhtaç olduğu hasletlerden daha az olmayan bir takım beceri ve kabiliyetler geliştirir. Çünkü kervan ile sefere çıkan bir tacir, yolculuğu esnasında bedevi arapların hücumuna uğradığı takdirde, mallarını korumak ve kendini müdafaa etmek zorundadır. Diğer taraftan Suriye bölgelerindeki genel durum, örf ve âdetler, insanların ahlâkî durumu ve Bizans çevrelerinde hayatın tezahürünü müşahedesi neticesinde Rasülullah'ın tecrübe ve bilgisi arttı. Aynı zamanda alım ve satım işlerinde takip edilen usulleri öğrendi. Bütün bu bilgi ve tecrübelerinin Risaletinden sonra hukukî mevzuatı açıklamasında faydası olmuştur.

Ticaretle meşguliyeti ve küçüklüğünden beri şiârı olan sıdk ve emanetle şöhret bulması, Hz. Hatice (bintu Hüveylid) ile tanışmasına sebep oldu. Hz. Hatice, ileri gelen zengin bir kadındı. Rasülullah'ı kervanının başında Suriye'ye gönderdi. Bu ticarette kârı, daha önceki kazancının iki misline ulaştı. Bu sebeple onun ücretini iki misline çıkardı ve müteakiben kendine eş olarak tercih etti. Bu sırada o, 40 yaşında bir dul, Rasülullah ise 25'inde bulunuyordu. Hz. Hatice bu hususta Rasülullah'a şöyle demişti: "Ey amcaoğlu! Akrabam, kavmin arasında şeref sahibi, güvenilir, güzel huylu ve doğru sözlü olduğun için seninle evlenmeyi arzu ediyorum." Rasülullah'ın mehrini amcası Ebu Talip verdi ve bir konuşma yaptı. Konuşmasında, fakir olmasına rağmen Muhammed (a.s.)'in ahlâk ve faziletinin yüceliğini açıkladı. Bu merasimde Rasülullah (a.s.)'in amcası Hamza da hazır bulundu. Ebu Talip şöyle hitabetti:

"Allah'a hamdolsun ki bizi İbrahim'in zürriyetinden, İsmail'in sulbünden vücuda getirdi. Bize ziyaret edilen bir Beyt, huzur ve emniyet veren bir Harem Belde ihsan etti. Bizi halkın üzerine hakim kıldı. Sonra derim ki; kardeşim Abdullah'ın oğlu Muhammed, Kureyş'ten hiçbir gençle mukayese edilemez, ölçülemez. Böyle bir karşılaştırma yapıldığı takdirde o, şeref ve asalet, akıl, fazilet, iyilik ve zekâ bakımından diğerlerinden üstün gelir. Gerçi malı azdır; ancak mal geçici bir gölge alınıp verilen bir eğreti meta'dır. Hatice ve O, birbirlerine karşı rağbet duymaktadırlar. Mehirden istediğinize gelince, onu ben vereceğim.” Rasülullah'ın Hz. Hatice'den altı çocuğu oldu. Bunlardan Fatıma, Ali b. Ebi Talip ile evlendi.

İbn İshak, Hz. Hatice hakkında şöyle der: "O, Allah ve Rasülüne ilk iman eden, Peygamber (a.s.)'ın getirdiğini ilk tasdik eden kimsedir. Bununla Rasülullah'ın yükünü hafifletmiştir. Rasülullah (a.s.) kendisini yalanlama ve red gibi hoşuna gitmeyen bir şey işiterek üzülüp eve dönünce, Allahü Teâlâ, Hz. Hatice ile onun sıkıntısını giderirdi. Hatice onu teskin eder, yükünü paylaşır, insanlarla olan işini kendisine kolay gösterirdi."

Rasülullah (a.s.), otuzbeşine ulaştığı sıralarda Kureyş, duvarları çatlayıp iyice yıpranmış Kâ'be'yi yenilemek istedi. Tamiratta Hz. Peygamber, diğer Kureyşlilerle birlikte taş taşıyordu. Hacerü'l-Esved'i yerine kimin koyacağı hususunda anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Sonunda "Şeybe" kapısından girecek ilk kişinin hakemlik yapmasını kararlaştırdılar. Bu kapıdan ilk giren Rasülullah oldu. Bunun üzerine onlar: "İşte o, emin'dir, onun hakemliğine razıyız" dediler ve meseleyi ona anlattılar. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.v.) ridasını yere yaydı ve Hacerü'l-Esved'i onun üzerine koydu. Sonra, "Her kabileden bir adam bu örtünün bir köşesinden tutsun" dedi. Her kabileden bir kişi örtünün köşelerinden tutarak Hacerü'l-Esved'i konulacak yerine kadar kaldırdılar. Peygamberimiz onu kendisi kucaklayarak yerine koydu. Efendimizin bu uygulaması herkesi memnun etti.

Peygamberimiz yüksek ahlâk sahibiydi. Kavmi arasında vakan, ahde vefası, huy ve âza güzelliği, hayâ, iffet, cömertlik, kahramanlık, doğruluk ve eminliği ile şöhrete ulaşmıştır. Bu son derece güzel ahlâkı sebebiyle onu "el-Emîn" diye isimlendirdiler. Putlara ibadeti kerih görür, cahiliyye devrindeki hac törenlerine katılmazdı. İçki içmez, putlar için kesilen kurbanların etinden yemezdi. Gece eğlencelerine ve diğer oyun ve eğlencelere katılmazdı.

Allahü Teâlâ, hem nübüvvetten önce hem de peygamberliği döneminde onu günahlardan korumuştur. Bazı ruhban ve kâhinler, gönderilmesinin yaklaştığını bildirdikleri gibi, Tevrat ve İncil de onun nübüvvetini tebşir etmiştir. Bu haberler gittikçe çoğalmış, hatta araplardan bazıları, beklenen peygamber olması ümidiyle, çocuklarına Muhammed ismini vermişlerdi. Allahü Tealâ, Hz. İsâ'nın dilinden hikâye ederek şöyle buyurmuştur: "Meryem oğlu İsâ da, ey İsrail oğulları, ben size Allah'ın elçisiyim. Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici olarak (geldim), demişti..."

Duhâ süresinde de, "Kuşluk vaktine and olsun, durgunlaştığı zaman geceye and olsun ki, Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı. Elbette ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır. Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın. O seni yetim bulup barındırmadı mı? Seni şaşırmış bulup yola iletmedi mi? Seni fakir bulup zengin etmedi mi? Öyleyse sakın öksüzü ezme, dilenciyi azarlama ve Rabbinin nimetini anlat." buyurulmaktadır. Burada dalâletten murat, kavminin putperestliği terkederek İslâm'a girmeleri için verdiği mücadele esnasındaki hayreti ve şaşkınlığı olmalıdır. Çünkü O, bunun çabuk olmasını temenni ediyordu. Lâkin "Allah'ın yarattıkları hakkında bir kanunu vardır. Allah'ın kanununda değişme bulamazsın" hükmü gereğince kavimlerin doğru yola ulaşmasında Allah'ın kanunu, arapların kalplerinin İslâm'ı kabul için yumuşamasına daha uzun zaman gerektiriyordu. Bu görev yirmi üç yıl içerisinde tamamlandı.

Tarihçiler ve siyer âlimleri, Rasülullah'ın cahiliyye devrinde arapların benimsedikleri dinlerden hiç birine rağbet göstermediği hususunda görüş birliği etmişlerdir. Rasülullah, inzivaya çekilerek yalnız başına kalır bu hususta uzun uzun düşünürdü. Böylece devam etti ve nihayet Hanifliği benimsedi. Haniflik, İbrahim (a.s.)'in dinidir ki, araplardan putperestliğin adiliğine akılları eren Kuss b. Saide, Eksem b. Sayfî ve Ümeye b. Ebi's-Salt gibi bazı kimseler de bu dine inanıyorlardı.


Prof. Dr. Hasan İbrahim Hasan
Kahire Üniversitesi İslam Tarihi ve Medeniyeti Öğretim Üyesi (Merhum

Hiç yorum yok: