3 Nisan 2011 Pazar

Osmanlı Ordusunda Taktikler ve Savaş Alanı

Ordu düşman arazisine girdiğinde ayrıntılara gösterilen özen ve dikkat değişikliğe uğrardı. Dinlenmeye vakit ayrılmaz ve bir günde kat edilecek yol zamanlamazdı. Askere çelik miğfer, hafif zırh, gömlek, deri kaplı tahta kalkan ve en önemlisi özel silahları dağıtılırdı. Toplar arkadan öne alınır ve kamp saldırıya karşı dikkatle korunurdu. Dip dibe kurulmuş çadırların birbiri üstünden geçen tutturma ipleri birer tuzak ağı görevi görürdü. Toplar, düşman atlısının arkadan dolanarak alıp götürmesini engellemek için birbirine zincirlenirdi.
            Osmanlı savaş taktiğinin özü yanıltmak ve şaşırtmaktı. Akıncılar savaş alanından kaçar gibi yapar ve ağır zırhlı Hıristiyan atlıları sahaya çıkararak hem atlarını yormaya hem de yeniçeri siperleri önüne çakılı sivri uçlu engellere doğru çekmeye çalışırlardı. Aynı zamanda aralıksız olarak düşman atlısının yan kanatlarına saldırırlar ve hantal şövalyeler kolayca dönüp karşılık veremedikleri için ağır kayıplara uğrardı. Yeniçerilerin müthiş silah gücü Osmanlı ordusunun en etkili ve can alıcı özelliğiydi. Ordunun alışılmış savaş düzeni bu silah gücüne dayanıyordu. İdeal savaş düzeninde sultan ile sancakları, yığılmış topraktan bir duvar kazıklar ve kalkanlardan oluşan, ortası çukur bir tümsek ya da tepecik üstünde yer alırdı. Bunun arkasında her mazgalda topları, havan topları ve kaval tüfekleriyle yeniçeriler bulunurdu. Anadolu süvarisi ve pik iyi eğitim görmemiş Anadolu yaya askeri sağ kanatta, Balkanlardan gelen süvari ve yaya asker sol kanatta savaşırdı. Bu taktik, topları merkezden öne alan I. Selim tarafından değiştirilmiştir.
            Kanuni Sultan Süleyman ve İbrahim Paşanın Mohaç seferinde yararlandığı büyük nehirler saldıran ordu için her zaman sorun yaratmıştı. Drakula adıyla anılan Kazıklı Voyvoda III. Vlad, Niğbolu halkının burunlarını kesip Macaristan’a yollayarak zafer kazanmakla övünmüştü. Bu vahşet üzerine II. Mehmet vasalını azledip yerine rehin olarak bulunan yakışıklı kardeşini tayin etti. Bu genç vasalı 4000 atlıyla önden gönderdikten sonra kendisi de Tuna Nehri kıyılarında ona yetişti. Drakula ordusuyla nehrin karşı kıyısındaydı. Sultan’ın talimatı üzerine yeniçeriler 80 adet tekne tedarik edip karanlıkta karşı kürek kıyıya kürek çekerek nehrin aşağılarında, bütün ordunun ve topların geçebileceği bir köprü başı oluşturdu. Ancak bu da oldukça büyük kayıplar da verdiler. Osmanlı ordusunun sayısal üstünlüğü karşısında durumu ümitsiz gören Drakula Macaristan’a kaçtı. Ancak kral akıllıca bir karala Drakula’yı işlediği suçlardan ötürü hapsetmeden önce, bir gece Osmanlı ordugahına saldırarak, çadır iplerini kesip pek çok askeri katletti. Katliamdan kaçanlar, çadırlarından fırlayan yeniçerilerin üstüne çığı gibi akınca, yeniçeriler ezilmemek için bu insan selini biçmek zorunda kalmıştı.
            1683 yılında Viyana önlerindeki Kara Mustafa Paşa’nın aksine, II. Mehmet her zaman sabırsız davranır ve kalelerle şehirlere yaptığı saldırılar pahalıya mal olurdu. Bu deneyimle geliştirdiği bir sistemdi. Sultan Mehmet Allah’ı da yanına almak için saldırılarını Cuma gününe planlardı. Topçu ateşi sonucu bir gedik açıldığında, saldırının günü, saati ve cesaret göstereceklere verileceklere ödüller açıklanırdı. Saldırıdan önceki gece ordugah don yağıdan yapılmış mumlarla ışıl ışıl aydınlatılır ve surları koruyanları uzaklaştırmak için ağır bir topçu ateşi başlatılırdı. Sonra da top ateşi birdenbire durur ve asker kaleyi çevreleyen hendeği çalılar ve dallarla doldurup tırmanma merdivenleriyle birlikte gediğe saldırırlardı. Zamanlama Birinci Dünya Savaşında, binlerce ölü verilen Flanders’daki müttefik topçusundan daha başarılıydı. Düşman öğlene kadar dayanırsa, cephaneleri tükenen Osmanlılar, kayıpları çok fazla olacağı içi saldırıyı durdururdu. Eğer geri çekilirlerse toplar süratle yüklenir, çadırlar sökülür ve artçı kuvvetler oluşturulurdu. Sakat kalanlara da cömert bir maaş bağlanırdı. II. Mehmet devletin görevleri konusunda ve düşkünlere yardımda  aşırı titiz davranırdı. Servete karşıydı ve çevresinde pek az zengin vardı.
Osmanlı komutanlarının çoğu çözüm yaratmakta üsten yetenek sahibiydi. Sultan Mehmet’in 1453 yılında ormanlarda inşa ettirdiği gemileri, mandalar ve askerlerle, yağlanmış kalaslar üstünden Haliç’e indirerek limanın ağzına gerili Bizans zincirini aşması bunu en güzel örneklerinden biridir. Babası da Varna’da ordusunu sarp yamaçlara doğru geri çekerek fundalıklara gizleyip arkalarından gelen düşmanı peş peşe pusuya düşürmüştü. Düşmanın sadece bir kolu, krallarının öldüğünden habersiz, bulunduğu derin bir vadide başarılı olmuş ve yıpranmadan savaşı terk edebilmişti.
            XV. yüzyılda fetihler sırasında bile en telem strateji, tedbirdi. II. Mehmet buna örnek olarak yere büyük bir halı serdirir, ortasına bir elma koyar ve komutanlarından halıya basmadan elmayı almalarını isterdi. Komutanlar ya gerçekten ya da sultana nezaketten sorunu çözemezlerdi. Sultan o zaman halıyı yavaş yavaş katlayarak elmaya ulaşırdı. Ancak tedbirli olması toplarının önemini azaltmadı. Yüzyılın dönüşümünde Fransız topları İtalyan şehirlerini nasıl yıldırdıysa Sultan Mehmet’in topçu ateşi da Akkoyunlu Uzun Hasan’ı öyle yıldırmıştı. Sultan Mehmet yabancı ülkelerden getirttiği vasıflı ustalar sayesinde savaş alanında da top dökebiliyordu. Mora seferinde Korintos’u kuşatmış ve ele geçirdiği bir kiliseyi dökümhaneye dönüştürmüştü. Burası için gerekli malzeme yeni fethedilmiş Novo Brdo’nun zengin madenlerinden temin ediliyordu. Böyle bir tesisi olduğu için sultan, geri çekilmek gerektiğinde topları Belgrat önünde olduğu gibi düşman terk etmektense uçurumlardan aşağı ya da nehirlere iterek imha edebilmişti. Sultan Mehmet’in ordusu bu nedenle kendisinin çok önem verdiği süratli hareket yeteneğine sahipti.
            Osmanlı topçusunun belki de pek hak etmediği bir ünü vardı. İlk top 1366 yılında Kahire’de kullanılmıştı. Osmanların ise topu ilk kez bu tarihten 60 yıl sonra, 1425’de Antalya kuşatmasında kullandıkları kaydedilmiştir. Yeniçerilerin seyyar topla (arkebüz) tanışması 1465 yılındadır. Top tekniği XVII yüzyılda İtalyan Pietro Sardi tarafından geliştirilmişti. İtalyan silah ustalarının Osmanlılara ve başa ülkelere hizmet verme geleneğine rağmen Babürşah, Moğol ordusunu yetiştirmek için Türkler ve Portekizli melezlerden yararlanmıştı. Aynı dönemde Kürdoğlu Kızır Bey  topçu ve 50 silah ustasıyla Sumatra’da Aceh Sultanı Alaaddin’in ordusunu eğitmekteydi.
            Venedikli bir dönme tarafından geliştirilmiş olmasına rağmen Osmanlı havan toplarının kalitesi iyi değildi. Toplar ve havan topları ve bakır gülleler fırlatırdı. Mayınların mükemmel yerleştirilmesinde Ermeni duvar ustaları son derece başarılıydı. I. Selim’in Memluklarda karşı kazandığı zaferler maden cevheri temin edilebilmesi sayesindedir. Babasının seferlerinden ders alan Kanuni Sultan Süleyman yeniçerilere kaval tüfeği verilmesini Osmanlı stratejisinin kuralı haline getirmişti.
            Osmanlı top ve tüfeklerinin namluları silahlara verdikleri önemi yansıtmaktadır. Genellikle silahların üstü özenle işlenir ve tüfeklere savat ve gümüşle kakmalar yapılırdı. Mermi yatağı namludan döküm bir parçayla ayrılmıştı ve üzerinde değişik mesafeleri nişan alabilmek için delikler bulunan bir dışbükey gez vardı. Tüfeğin beş kenarlı kundağı Adapazarı’ndan gelen ağaçlardan yapılırdı. Dipçik omza yerleşecek şekilde açılandırılmıştı. Bu tüfeklerin başları işlenirdi. XVII. Yüzyıl ortalarında ispanya ve İtalya’da geliştirilen Katalan miquelet ateşleme tertibatlı arkebüzün yerini alarak hem tüfeği dinlendirmek hem de kibrit kullanmak zorunluluğu gibi yavaş ve sakar bir işleme son verdi. Çakmaklı tüfeklerle donatılan Avusturyalıların, 1683’teki viyana yenilgisinden sonra Osmanlıları Macaristan’dan söküp atmalarında bu seri ateşli silahını büyük rolü olmuştu.
            Yeniçerilere ayrıca çok yakın mesafelerde kullanmak için tabanca verilirdi. Bu silahlar askerin şahsi malıydı. Her silah şahsa teslim edilir ve bakımından kendisi sorumlu olurdu.l yeniçerilerin aşırı ve azgın davranışları nedeniyle silahları kilit altında saklanır ve kendilerine sadece resmi geçitler için merasim günlerinde dağıtılırdı. Yeniçeriler bu resmi geçitlerde izleyenleri oldukça ürkütücü bir yaylım ateşiyle selamlardı.
            Marsigli’nin 1693 yılında Budin ve Belgrat’ta tanık olduğu gibi Tatarlar şehirlere saldırırken alevli oklar kullanırdı. Diğer el sahları arasında küçük cirit, kargı mızrak kılıç yatağan, hançer, meç, gürz, balta ve insanın kanını donduracak kadar ürkütücü kıvrık pala sıralanabilir. Tırmanma merdivenleri ve kuşatma kuleleri 1683’deki İkinci Viyana Kuşatmasından sonra bunların 40 tanesi ele geçirilmiştir. 18. yüzyılda bile birer savaş abidesi gibi savaş alanlarına taşınmışlardı. Şehirler ve kalelere karşı en etkin silah, duvarların ve kulelerin maharetli bir şekilde mayınlanarak yıkılıp kale hendeğini doldurmasıydı. Bu yıkıntı geçiş için mükemmel bir köprü oluştururdu.
            Osmanlılar, düşmanın artan silah gücü karşısında değiştirilmesi gereken taktiklerini aynen uygulamakta devam ettiler. Değişim sanki Osmanlı askerinin yapısına aykırıydı. Sipahiler içni geçerli olması mümkün görülen bu husus yeniçerileri de kapsamamalıydı. Üstelik ordu farklı diller konuşan değişik ırklardan oluşuyordu. 1683’te Viyana’yı kuşatan yaklaşık 250,000 askerin dörtte biri Suriye’de aşiretlerden ve dörtte birinden biraz fazlası Anadolu’dan geliyordu. Bir o kadarı da kapıkulu askeriydi: Sipahi ya da yeniçeri bölükleri. Geri kalanı Tatar, Transilvanyalı, Ulah ve Kazak’tı. Demek ki zafere ulaşmak ulusal bir karakter olmaktan çok komuta yeteneğinden  kaynaklanıyordu. Osmanlı saldırı düzeninde çok kayıp verilirdi. Çılgın ve ani hamlelerle birbirini dalgalar halinde izleyen saldırlar, sevk ve idareyi sanki disiplinsiz kabile savaşçıları yürütüyormuş izlenimi vermekteydi. Savaş ir ilim haline geldikten sonra da Osmanlıların en gözde birlikleri bile gazi ruhuyla savaşmaya devam ettiler. Ve bu onlar için felaketlerle sonuçlandı.[1]


[1] Godfrey Goodwin, Yeniçeriler, Doğan Kitap, Çev. Derin Türkömer, İst. 2002, S. 79-82